sararmış
1SARA' — Sararmış hanzal otu …
2bütün bütüne — zf. Bütün olarak, tamamıyla Gönlümü yararak bütün bütüne / Benzedim sararmış yaban gülüne. F. N. Çamlıbel …
3hatıl — is., mim., esk., Ar. ḫaṭīl Ağırlığı yatay olarak dağıtmak ve duvarların düşey doğrultudaki çatlamalarını önlemek için yatay olarak boydan boya yerleştirilen ahşap, tuğla veya beton bağlama ögesi İki saattir eski, sararmış hatılları sayıyordu. Ö.… …
4hazandide — sf., esk., Far. ḫazāndīde 1) Görmüş geçirmiş 2) Solgun, sararmış, solmuş Sıska ve hazandide söğüt ormancığının içindeki geniş yolu takip ederken, sanki durmak istiyordu. Ö. Seyfettin …
5islenmek — nsz İsli duruma gelmek O gün üzerlerindeki resimleri sökerek sararmış, islenmiş duvarları badanalattım. N. Cumalı …
6şişmek — nsz, er 1) İçi hava veya gazlarla dolarak gerilmek Balon şişti. 2) Bir şey emerek hacmi büyümek, genişlemek Tahta, su emerek şişer. 3) Vücudun bir yeri içine yabancı bir maddenin girmesiyle veya başka bir etkiyle gerilmek, kabarmak İhtiyar kadın… …
7cenaze gibi — benzi sararmış …
8sararıp solmak — 1) giderek daha çok solmak Sokakları dolduran sayılmaz şapkaların zalimce, kurnaz ve namussuz gölgelerinde sararmış solmuş. Ö. Seyfettin 2) mec. sağlığı bozulmak Malı mülkü varken, hiçbir sıkıntısı yokken üzüntüsünden zayıflıyor, sararıp… …
9HAZANDİDE — f. Güz mevsimini görmüş, yaprakları sararmış solmu …
10HAZANLİKA — f. Soluk yüzlü, sararmış, solmuş. Hazân yüzl …
- 1
- 2