alışılmamış
1alışılmamış — sf. Nadir, bilinmeyen, az rastlanan Toprak rengi yüzünde alışılmamış çizgiler vardı. S. F. Abasıyanık …
2GAYR-I ME'LUF — Alışılmamış, ülfet edilmemi …
3acibe — is., esk., Ar. ˁacībe Görülmemiş, alışılmamış, şaşılacak veya yadırganacak şey …
4alışılmadık — sf., ğı Alışılmamış, az görülen, olağanüstü …
5alışılmamışlık — is., ğı Alışılmamış olma durumu …
6olmadık — sf., ğı Daha önce olmamış, alışılmamış, beklenmeyen, olağan karşıtı Aslı olmadık şeye nasıl inanırım? Ö. Seyfettin …
7parlatmak — i 1) Bir yüzeyi düzgün ve parlak duruma getirmek, parlamasını sağlamak Derdini anlayan birini bulmak sevinci küçük gözlerini parlatmıştı. H. E. Adıvar 2) nsz, argo İçki içmek Bir iki kadeh parlatmadan edemez. 3) nsz, argo Güzel, etkili,… …
8şok — is., İng. shock 1) Ani bir değişiklik sonucunda ortaya çıkan şaşkınlık 2) sf. Şaşırtıcı, alışılmamış, beklenmedik 3) ruh b. Kaza, beklenmeyen bir olay, bazı ilaç ve uyuşturucuların yarattığı, fiziksel veya ruhsal olarak birdenbire gelişen… …
9yadırgatıcı — sf. Alışılmamış, tuhaf …
10yepyeni — sf. 1) Çok yeni, hiç kullanılmamış 2) mec. Alışılmamış, görülmemiş Millet, büyükleri ve küçükleriyle beraber yepyeni bir devlet kurmuşlar, zaferle idare ediyorlar. A. Gündüz 3) mec. Tertemiz, çok yeni …
- 1
- 2